Mantıklı Tartışma - IV
Bu bölümde tanımlara bakacağız.
Tartışmalarda rakibiniz konumundaki kişiler çoğu zaman sizi tartışmanın odağındaki terimlerden en az biri hakkında bir tanım yapmanız için sıkıştıracaktır. Bu şekilde bir açığınızı bularak tartışmada öne geçmek isteyebilirler.
Tanım konusu felsefe tarihinde sıkça tartışılmış, uzun geçmişi olan bir konudur. Bu yazıda tanımlara yaklaşım olarak 20. yüzyıldan iki önemli filozofun görüşlerine kendi yazıları üzerinden bakacağız kısaca:
(i) Popper'in görüşü
(ii) Wittgenstein'in görüşü
İlk olarak Karl Popper ve kitabı Açık Toplum ve Düşmanları'nın bir bölümüne bakacağız.
Popper, kitabının Bölüm II'sinde Aristoteles ve onun özcü (yani essentialist) tanım anlayışına önemli eleştiriler getiriyor. Kısaca diyor ki Aristoteles (ve hocası Platon) özcü tanım öğretisini savundu, bu önce skolastisizmi (yani Hristiyanlığı Aristoteles öğretisiyle birleştirme ekolünü) ve uzun vadede ise bugünün düşüncesini etkiledi. Tabii olumsuz bir etkiydi bu. Özcülük esasen terimlerin tanımını yaparken onların özlerinin saptanması (bir şeyi o şey yapan gerçek, içkin ve değişmeyen özünün) ve tanımın bu şekilde öz üzerinden verilmesi üzerine kuruluydu. Yani bir tanımlanan (öz) bir de tanımlayan (özün betimi) vardı. Buna ise sezgisel olarak ulaşılıyordu. Yani kanıtlama ile değil ancak düşünüp sezerek.
Bazılarına göre, bir konuda mantıklı bir tartışma yürütebilmek için kullandığımız terimleri kesin olarak tanımlamamız gerekir. Tam ve kesin sınırlar çizmeden doğru bir tartışma sürdüremeyeceğimizi savunurlar. Bu tabii beraberinde bazı sorunlar getiriyor. İlk olarak herhangi bir şeyi tanımlarken özünü tespit etmek ve onu betimlemek sonsuz gerileme denen problemi beraberinde getiriyordu. Örneğin enik yavru köpektir, dediğimizde yavru köpeğe enik dendiğini söylüyoruz. Bu tanımlamaya sistematik olarak tam doğru olacak şekilde ilerlersek eksik bir önerme oluşuyor. Enik ne bunu anladık, peki yavru köpek ne demek? O zaman yavru ve köpek kelimelerini de tanımlamak gerek. Yavruyu bir şeyin küçüğü, köpeği ise hav sesi çıkaran, 4 ayaklı, insan olmayan canlı olarak belki tanımlayabiliriz. Küçük nasıl tanımlanır peki? Sonra havlamak? Göründüğü gibi sonsuz gerilemeye yol açan bir problem mevcut. Bunun içindir ki terimlerin altında yatan gerçek özlerin aslında tanım ya da kanıtlama ile değil sezgisel olarak akıl yoluyla anlaşılabileceği, ve bunların bu şekilde tanımlanmasının gerekmediği kanısı oluşmuştur. Bu şekilde sonsuz gerileme problemi yok olmuş olur, ancak tanımı kanıtlamadan sezgiselliğe dayandırmak pahasına.
Bunun dışında köpeği tanımlarken de özün tespiti oldukça zordur. Nedir köpeği köpek yapan o değişmeyen, sabit ve içkin öz? 4 ayaklı olmak, havlamak, canlı olmak gibi özelliklere bakalım örneğin. 4 ayaklı olmak kediyle, havlamak kurtla, canlı olmak kuşla vs. ortak olan özellikler... tam bir tanım için kesin ve kısıtlayıcı bir özellik listesi gerekmektedir. Bu hem fazlasıyla zor bir iştir, hem de kısıtlı bilgimiz ile sınırlı olacak ve ileride karşılaşılan köpekten başka bir 4 ayaklı havlayan canlı varlığın keşfine kadar işe yararlığını sürdürebilecektir en fazla.
Aristo'ya göre bütün özlerin sezgisel tanımlarını bir ansiklopediye yazarsak ve her seferinde o ansiklopediye yeni adlar ve tanımlayanlar eklersek bilim oluşur ve ilerlerdi. Buna bilimin birikim yoluyla ilerlemesi görüşü diyoruz. Bu T. Kuhn'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında söylediğinin ve paradigma kayması ile ifade ettiği durumun tam aksi. Yani modern bilimin kabul ettiğinin karşısında kalmış eski, ancak uzun süre düşünce dünyasını domine etmiş bir görüş. Modern bilime göre bilim birikimle değil devrimlerle ilerlerdi. Yani eski teorilerin çürütülmesi ve yerine yenisinin konulmasıyla (örn: dünyanın sabit değil hareketli olmasının kabulü).
Özcülüğün karsısında ise adcılık (nominalizm) vardı. Bu da bir diğer tanımlama yöntemi. Modern bilimin desteklediği yöntem bu oluyor. Popper'a göre bunda açıkçası tanımın pek bir önemi yok; tanımlar sadece dilde olan ve bazı işlere yarayan isimlerden ibarettir. Ya da tek önemi kısmı şu: lafı kısa kesmek. Yani tanım, bir şeyi uzun uzun ifade etmek yerine ona kısa bir isim vermek ve cümle içerisinde o kısa ifadeyi kullanmak oluyor. Bu görüşe göre tanımlar hayatımızdan çıkarılsa sadece kuracağımız cümleler uzardı, çünkü her seferinde her terimi uzun uzun ve tekrar betimlemek durumunda kalırdık.
O zaman Popper yazısında ne yapıyor sembolik olarak bir bakalım:
(i) A v Ö (adcı yöntem veya özcü yöntem)
(ii) -Ö (özcü yöntem değil)
(S) A (o zaman adcı yöntem)
bu mantık yapısına (ayırıcı kıyas) daha önce bakmıştık ve geçerli olduğunu söylemiştik.
Popper yazısında özcülüğü bol bol çürütse de adcılığın neden doğru olduğunu pek söylemiyor. Bu yüzden mantık yapısı üstteki gibi olmak durumunda. Yani A'nın doğrulundan ziyade Ö'nün yanlışlığı üzerine. Peki Ö'yü nasıl çürütüyor Popper? Yani (ii)'yi nasıl sunuyor?:
Bir çok eleştiri yapıyor tabi, ama bir örnek verelim:
(i) Ö > (B>K) (özcülük doğru ise bilgide kesinlik vardır)
(ii) -(B>K) (bilgide kesinlik yoktur/kesin doğru yoktur)
(S) - Ö
Modus Tollens. Aristoteles'e göre özü kesin olarak bilebiliriz/anlayabiliriz. Popper ise bunu reddediyor. Ona göre bir teoriyi gerçekten doğrulamak ya da bilmek mümkün değil.
(i) Teori > Gözlem (teorim doğru ise şu olguyu gözlemlerim)
(ii) Gözlem (şu olguyu gözlemledim)
(S) Teori (o zaman teorim doğrudur)
şeklindeki bir mantık yapısının geçersiz olduğunu (sonucu onaylama safsatası) daha önceki yazıda göstermiştik. Popper'a göre teoriler kanıtlanamaz, ancak iyi teoriler çürütülebilir olmalıdır. Yani bilgide kesinlik olamaz, bilim bir ansiklopedide bilgilerin/teorilerin birikimi yoluyla ilerlemez, sansasyonel devrimler yoluyla önceki teorinin çürütülüp yerine daha iyisinin konulması yoluyla ilerler ancak.
Popper bunu söylerken mantık ve matematiği işin dışında tutuyor. Çünkü onlarda kesin bilginin olabileceğini, kanıtlama yoluyla bazı şeylerin gösterilebileceğini, ancak bunun bize evren hakkında bir bilgi veremeyeceğini söylüyor. Yani bir şeyi bilebilirsek o bize evren hakkında bir şey söylemiyordur, söylüyor ise o zaman o şeyi bilemeyiz diyor. Örneğin, su 2 hidrojen 1 oksijen atomundan oluşur, ya da karenin 4 eşit ve birbirine dik kenarı vardır gibi önermelerin kesin olarak doğru olduğunu görebilsek de bunlar bize evren hakkında herhangi bir bilgi vermiyorlar.
Tanımın tek faydasının lafı kısa kesmek olması, ve tanımların tamamıyla hayatımızdan çıkabileceği, ama bilgimizden bir şey eksilmeyeceği düşüncesi Popper'u yazısının tezine götürüyor: 'bilimde gerçekten gerekli olan bütün terimler aslında tanımlanmamış terimlerdir'. Bilimde öne sürülen yargılar hiç bir zaman o yargıdaki terimlerin anlamına bağlı olmamalıdır. Yani terimlere ve tanımlara fazla görev yüklememek gereklidir.
Simdi Popper'a ara verip Wittgenstein'a geçelim. Bunun için kendisinin Felsefi Soruşturmalar'ının 65-85 arası paragraflarına bakacağız.
Wittgenstein sosyal bilimlerde çok önemli olan iki olgudan bahsediyor:
1) Dil oyunları
2) Akrabalık (aile benzerlikleri)
Özetle şöyle bir şeyler diyor: bazı şeyleri hepimiz biliriz, tam tanımını yapamayız, ancak tanımını yapamasak da biliriz ve tanımını yapamamanın herhangi bir olumsuzluğunu da deneyimlemeyiz. Yani tanım pek de bir işe yaramaz.
Örnek olarak oyunlara bakıyor Wittgenstein. Oyun nedir? Nasıl tanımlanır? Mesela hem yakantopu, hem beş taşı, hem satrancı, hem de tenisi oyun yapan nedir? Tamam futbol ve basketbol yakın, ikisinde de top var, takımlar var, skor var, ve bir kazanan var. Peki satranç? Bunda top yok, ve öncekiler gibi fiziksel eforlu bir aktivite de değil, ancak o da bir oyun. Peki iskambil oyunları? Ya da masaüstü monopoly gibi oyunlar? Bunların hepsi farklı? Ortak özellik nedir? Eğlenmek mi? Eğlenilen her şeye oyun mu denir? Ya da kazanıp kaybedilen şeylere mi denir? Gördüğünüz gibi oyunu biliyoruz, ancak tam tanımlayamıyoruz. Kesin bir tanım yapmaya kalkarsak bir şeyler dışarda kalacak, o zaman sınırı nereye çizeceğiz? Ancak Wittgenstein şunu diyebiliyor: tüm oyunlar akrabadır birbiriyle, yani aynı ailedendir. Direkt olarak şu ve şu ortaktır diyemesek de yürüyüş biçimi, tiki, belli bir hareketi, çehresi vs. nasıl ki aile üyelerini kısmen de olsa benzetir ve akrabalık kümesine sokar, oyunlarda da böyledir. Farklı farklı oyunlar birbiriyle akrabadır, birbirine daha çok benzeyen, daha yakın akraba olanlar vardır, ve daha uzak olanlar ve az benzeyenler, ve farklı amaçlardakiler. İlginç tarafı ikisi de oyun olduğu halde hiç benzeşmeyeni de vardır, ancak muhtemelen bunların ikisinin de benzediği başka bir ortak oyun vardır.
Örneğin A, B, .., E oyunlarını oluşturan özellikleri şu şekilde yazalım:
Oyun A: a, b, c, d, e
Oyun B: b, c, d, e, f
Oyun C: c, d, e, f, g
Oyun D: d, e, f, g, h
Oyun E: e, f, g, h, i
Oyun F: f, g, h, i, j
A, B, C, D, E, F hepsi oyun. A, B, C oyunlarının ortak yanları c, d, e. O zaman bir şeyde c, d, e varsa oyundur diyebilir miyiz? Hayır. Yukarıdaki şemada görüldüğü gibi A ve F'nin hiç bir ortak yanı yok, ancak ikisi de oyun ailesinden. Neden? Çünkü bir zincir var, ve bu zincirde ilerledikçe oyunun anlamı değişiyor. Ancak yine de aynı zincirin parçası oldukları için hepsine oyun demek mantıklı. İşte aile benzerliği ya da akrabalık kısaca bu.
Wittgenstein'a göre tanım yapmak pekala örnek vermek ile aynı şey olabilir. Örneğin X şöyle bir şeydir, şöyle şöyle olanlara Y denir gibi. Ya da parmağınızın ucuyla otlu bir yeri gösterip, yeri örten şeye bitki denir, diyebilirsiniz örnek olarak. Ya da top şöyle sektirilir diye bizzat tatbik ederek, top sektirmeyi tanımlarsınız...
Peki, bunlar ışığında, rakibiniz sizi bir tanım yapmanız için sıkıştırırsa ne yaparsınız? Bu sizin nasıl bir sosyal bilimci/akademisyen/karakter olduğunuza göre değişecektir: Poppercı mı yoksa Wittgensteincı mı?
Kolaya kaçmakla suçlanmak pahasına Wittgensteincı olabilirsiniz ve tanımları örnek üzerinden ya da pratik kullanımından verebilirsiniz, yani anlamı kullanım belirler. Ya da Poppercı olup nominalist bir yaklaşımda bulunabilirsiniz ve tanımların sadece cümleleri kısaltmaya yaradığını önemli olanın teorilerin çürütülebilir olması gerektiğini de düşünebilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder